11 Temmuz 2022 tarihli İngilizce ve Fransızca olarak yayınlanan AİHM kararının 136 ila 176. maddelerinin Türkçe çevirisi aşağıda kamuya sunulmuştur.

3. Yukarıda belirtilen ilkelerin mevcut davada uygulanması

136. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi Kavala kararında, Sayın Kavala’nın, Türk Ceza Kanunu’nun 309. ve 312. Maddeleri uyarınca kendisine isnat edilen suçlar nedeniyle 2017 yılı Ekim ayında tutuklanmasıyla ilgili olarak Sözleşme’nin 5 (1) ve 5(4). Maddelerinin ve de 5 (1). Maddesiyle birlikte ele alındığında 18. Maddesinin ihlal edildiğine hükmetmiştir. Mahkeme, 5(1). Madde ile birlikte ele alındığında 18. Madde uyarınca, Sayın Kavala’ya isnat edilen suçların makul şüphelere dayalı olmadığına ve şikâyet konusu edilen tedbirlerin asıl amacının Sayın Kavala’yı susturmak ve diğer insan hakları savunucularını caydırmak olduğuna hükmetmiştir.

137.  Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesi 2 Şubat 2022 tarihli Ara Kararında, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinin 46(4). Maddesi bağlamında, Türkiye’nin söz konusu Karara uyma konusunda, Sözleşmenin 46 (4). Maddesine ilişkin yükümlülüğünü yerine getirip getirmediği sorusunu yöneltmiştir (bkz. yukarıdaki 94. paragraf ve Eki). Bakanlar Komitesi aynı zamanda, önce Sözleşmenin 5(1). Maddesi ile birlikte okunduğunda 18. Maddesi uyarınca Mahkemenin vardığı sonuçlarda ortaya konan, ceza kovuşturmasındaki temel noksanlıkları vurguladığı, ardından da, Sayın Kavala’nın derhal serbest bırakılması çağrısında bulunduğu denetim prosedürü bağlamında, halihazırda kabul etmiş olduğu pek çok karara ve ara karara dikkat çekmiştir. Bakanlar Komitesinin bu Ara Kararında, Türkiye, “başvuranın derhal salıverilmesini sağlamayarak, Mahkemenin kesin kararına uymayı reddetmektedir” ifadesi yer almaktadır (bkz. yukarıdaki 94. paragraf).

138.  Mahkemenin görüşüne göre, Bakanlar Komitesinin mevcut ihlal prosedüründe dikkate aldığı temel sorun açıkça, gerek tek başına gerekse Sözleşme’nin 18. Maddesiyle birlikte ele alındığında 5(1). Maddesinin ihlal edilmiş olduğu tespitine karşılık, Türkiye’nin bireysel tedbirler almamasıdır. Bu husus hatırda tutulmak üzere, Mahkemeye göre durumla ilgili esas sorun, Türkiye’nin Mahkemenin kararına uyması için alması gereken bireysel tedbirleri alıp almadığı ve gerek tek başına, gerekse Sözleşme’nin 18. Maddesiyle birlikte ele alındığında 5(1). Maddesinin ihlaline bir çözüm getirip getirmediğidir.

139.  Sözleşmenin 46(4). Maddesinin lafzı dikkate alındığında, geri kalan unsurların, yani Sözleşme’nin 5(1). Maddesinin ihlali, adil tazmin ve Kavala kararının uygulanmasıyla ilgili genel tedbirlerin ihlal prosedürünün kapsamı içinde yer aldığı açıktır. Ancak mevcut durumda, bu unsurların ayrıntılı bir biçimde incelenmesi gerekmemektedir. Öncelikle, başvuran tarafından adil tazmine ilişkin bir miktar talep edilmediğinden, Mahkemenin Sayın Kavala’ya ödenmesi gereken bir miktar tayin etmeme kararı bağlamında, adil tazmin ödemesiyle ilgili bir sorun mevcut değildir (bkz. Kavala, yukarıda anılan karar paragraf 237). Sözleşme’nin 5(4). Maddesi bağlamındaki ihlali de ilgilendiren genel tedbirler göz önüne alındığında ise, Mahkeme özellikle de Bakanlar Komitesinin, yargı bağımsızlığını güçlendirme ve tutukluluk halinin yasalara uygun olup olmadığının “ivedilikle” yargı denetimine tabi tutulması gerekliliğine uyulmasına dair bazı genel tedbirlerin alındığı şeklindeki ifadesini not eder. Ayrıca, yapısal sorunlar söz konusu olduğunda, kararların süratle ve yeterli düzeyde uygulanmasının mahkemelerin önüne yeni davaların gelmesi üzerinde bir etki yaratacağı da göz ardı edilmemelidir. Ancak mevcut durumda, Bakanlar Komitesinin konuyu Mahkemeye göndermesinde asıl vurgulanan husus, alınması gereken bireysel tedbirlerdir. Sonuç olarak Mahkemeye göre, kararın uygulanmasıyla ilgili sürecin sözü edilen diğer yönleri üzerinde durulması gerekli değildir.

(a)         Kavala kararının kapsamı

140.  Sözleşmenin Madde 5 § 1’inin ihlali ile ilgili olarak (bkz. Kavala, yukarıda anılan karar, paragraf 159) Mahkeme, Türk Ceza Kanunu’nun 312. (a.g.k. §§ 139-153) ve 309. (a.g.k. §§ 154-155) Maddelerinde yer alan suçlar bağlamında Sayın Kavala’ya yönelik şüphelerin ne derece makul şüpheler olduğunu ayrıntılı olarak incelediğini belirtmektedir. Gezi Parkı Olaylarıyla ilgili ilk suçlama (Türk Ceza Kanunu’nun 312. Maddesi) konusunda Mahkeme “…suç eylemlerine karıştığına dair veri, bilgi veya kanıtların mevcut olmaması nedeniyle, başvuranın Türk Ceza Kanunu’nun 312. Maddesinde yer aldığı anlamıyla Hükümeti ortadan kaldırmaya teşebbüs etme suçunu işlediğine dair makul bir şüphe bulunmadığına” (a.g.k. § 153) hükmetmiştir.

Sayın Kavala ile ilgili olarak, darbe girişimine dair suçlamayla (Türk Ceza Kanunu’nun 309. Maddesi) ilgili olarak da, Mahkeme 154. paragrafta aşağıdaki beyanda bulunmuştur:

“... Ancak Mahkeme’nin görüşüne göre, dava dosyasındaki kanıtlar bu şüpheyi haklı kılmak için yeterli değildir. Savcılık iddiasını başvuranın yabancı uyruklu bireylerle ilişki tesis ettiğine ve başvuranın cep telefonunun ve H.J.B.’nin cep telefonunun aynı baz istasyonundan sinyal verdiğine dayandırmıştır. Yine dava dosyasından anlaşıldığına göre, başvuran ve H.J.B. 18 Temmuz 2016’da, yani darbe girişiminden sonra, bir restoranda karşılaşmış ve kısaca selamlaşmışlardır. Mahkeme’nin görüşüne göre, dava dosyasına istinaden başvuran ile söz konusu şahsın yoğun temas içinde oldukları sonucuna varılamaz. Ayrıca, konuyla ilgili ve yeterli öteki koşulların mevcut olmadığı göz önüne alındığında, başvuranın yalnızca şüpheli bir şahısla veya yabancı uyruklularla temaslarda bulunması, objektif bir gözlemciyi, başvuranın anayasal düzeni ortadan kaldırmaya teşebbüs girişiminde yer aldığı konusunda tatmin etmede yeterli bir kanıt olarak kabul edilemez.”

141.  Mahkeme genel değerlendirmesinde aynı zamanda, özellikle de “uygulanan tedbirlerin esas itibariyle iç hukukta makul ölçülere göre suç kabul edilemeyecek davranışlara dair ilgili bilgilerin yanı sıra, Sözleşmede yer alan haklardan (a.g.k., § 157) yararlanmaya ilişkin verilere istinat ettirildiğini” not ederek, başvuranın “herhangi bir suç” (a.g.k., § 156) işlediğinden şüphe edilmesini gerektirecek makul bir neden olmadığı sonucuna varmıştır.

142.  Sözleşme’nin 18. Maddesiyle ilgili olarak, Mahkeme Kavala kararında 5(1). Maddesiyle birlikte ele alındığında 18. Maddesine ilişkin bir ihlal bulgusunun nedenlerini hatırlatmayı da gerekli görmüştür:

"221.  Mahkeme başvurana karşı uygulanan tedbirin açıklanan nedeninin Gezi olaylarıyla ve darbe girişimiyle ilgili soruşturma yapmak ve başvuranın itham edildiği suçları hakikaten işleyip işlemediğini belirlemek  olduğunu gözlemlemiştir.

222.  Ancak anlaşıldığına göre, soruşturmayı yürüten yetkililer daha baştan itibaren, başvuranın Gezi olaylarında meydana gelen kamu kargaşasına ve darbe girişimine karıştığı varsayımıyla esas olarak ilgilenmemişlerdir. Polis soruşturmasında başvurana yöneltilen pek çok soru ilk bakışta söz konusu olaylarla bağlantılı değildir…

223.  Mahkeme iddianamenin yukarıda belirtilen noksanlığı gidermediğine dikkat çeker. 657 sayfa uzunluğundaki bu belgede verilerle ilgili muhtasar bir ifade bulunmamaktadır. İddianamede aynı zamanda başvuranın Gezi olaylarındaki cezai sorumluluğunun istinat ettiği veriler ve suç eylemleri de net ve açık bir biçimde belirtilmemiştir.  Belge esas itibariyle bir kanıtlar derlemesinden oluşmaktadır – çeşitli telefon görüşmelerinin yazılı deşifreleri, başvuranın temas kurduğu şahıslarla ilgili bilgiler, şiddet içermeyen eylemlerin listesi – bunların bir kısmının söz konusu suçla sınırlı ölçüde bir ilgisi bulunmaktadır…Savcılık başvuranı bir suç derneğinin liderliğini yapmakla ve bu bağlamda, Hükümete karşı bir kalkışmayı planlama ve başlatma amacıyla çeşitli sivil toplum üyelerinden yararlanma ve bunlarla gizlice koordinasyonda bulunmakla itham etmiştir. Ancak dava dosyasında iddia makamının Gezi olayları döneminde başvurandan samimiyetle kuşkulanmasını sağlayacak objektif bilgilere sahip olduğuna dair hiçbir şey yer almamaktadır…Savcılık belgelerinde özellikle de Sözleşmede yer alan bir haktan yararlanılmasıyla ilgili, yasalara tamamen uygun ve Avrupa Konseyi kurumlarıyla veya uluslararası kuruluşlarla işbirliği kapsamındaki pek çok eyleme atıfta bulunulmaktadır (Avrupa Konseyi kurumlarıyla iletişim, uluslararası bir heyetin ziyaretinin organize edilmesi gibi). İddianamede aynı zamanda bir insan hakları savunucusunun ve bir STK liderinin yapacağı, sıradan ve meşru faaliyetlere de değinilmektedir…

228.  Bunun yanı sıra, Mahkeme Sözleşmenin 18. Maddesiyle ilgili değerlendirmesinde, başvuranın tutuklanmasının dayandırıldığı olaylarla mahkemenin kendisini tutuklamaya karar vermesi arasında birkaç yıl geçmiş olmasının son derece önemli olduğunu belirtmektedir. Arada geçen zaman süresiyle ilgili olarak Hükümet inandırıcı bir açıklama getirmemiştir. Dahası ve daha da önemlisi, savcının başvuranın yargılama öncesi tutuklanması talebini desteklemek üzere dayandığı kanıtların çok büyük bölümü, yargı öncesi tutukluluk süresinin başlangıcı olan 1 Kasım 2017 tarihinden çok daha önce zaten toplanmış olan kanıtlardır; Hükümet olayların zaman çizgisi içerisindeki bu sıralaması ile ilgili inandırıcı bir açıklama da sunmamıştır.  Ayrıca, Gezi olaylarıyla başvuranın tutuklanması arasında dört yılı aşkın bir zaman geçmiş olması bir yana, Hükümet, objektif bir gözlemcinin mantıken, başvurana yöneltilen ithamları destekleyecek makul bir şüphenin mevcut olduğu sonucuna varmasını sağlayacak inandırıcı bir kanıt da sunamamıştır…

229.  Söz konusu suçlamanın Cumhurbaşkanının 21 Kasım ve 3 Aralık 2018 tarihlerinde yaptığı konuşmalardan sonra yapıldığı da kayda değer bir husustur…

230.  Mahkemeye göre, yukarıda incelenen hususlarla birlikte, ülkenin en yüksek makamındaki görevlinin (yukarıda zikredilen) konuşmaları ele alındığında, tüm bu hususlar başvuranın, ilk tutuklanması ve devam eden tutuklanmasının bir art niyet taşıdığı, yani, bir insan hakları savunucusu olarak başvuranı susturma amacı güttüğü şeklindeki iddiasını destekler niteliktedir. Ayrıca, bu iddiayı destekleyen bir başka husus da, savcılık iddianamesinde STK’ların faaliyetlerine ve bunların yasal yollardan finanse edilmesine değinilmesi ancak bunun atılan suçlarla nasıl anlamlı bir bağlantı içinde olduğunun belirtilmemesidir…

231. Kuşkusuz, başvuranın Madde 18’le ilgili şikayetinin özünde, özel bir birey olarak değil bir insan hakları savunucusu ve STK aktivisti olarak zulüm gördüğü iddiası yer almaktadır. Bu bağlamda bakıldığında, söz konusu hak kısıtlaması yalnızca başvuranı veya insan hakları savunucularını ve STK aktivistlerini değil, demokrasinin özünü de etkileyecektir…Mahkeme bu şekilde tanımlanan art niyetin, özellikle de insan hakları savunucularının ve sivil toplum kuruluşlarının çoğulcu bir demokrasideki rolü göz önüne alındığında, çok ciddi bir ağırlığa sahip olduğu görüşündedir.

232.  Mahkeme yukarıdaki unsurlar ışığında ve bunların tümü ele alındığında, mevcut davada şikayet konusu olan tedbirlerin kuşkuya bırakmayacak bir biçimde, Sözleşmenin 18. Maddesine aykırı olarak, art niyet içerdiği, yani başvuranı susturmaya yönelik olduğu görüşündedir. İlaveten, başvurana atılan suçlar göz önüne alındığında Mahkeme söz konusu şikayet konusu olan tedbirlerin insan hakları savunucuları üzerinde caydırıcı bir etkisi olabileceğini değerlendirmektedir. O nedenle de Mahkeme, başvuranın özgürlüğünün kısıtlanmasının, Sözleşmenin 5 § 1 (c) Maddesinde öngörülen, suç işlediği hakkında geçerli şüphe bulunması dolayısıyla yetkili merci önüne çıkarılmasından başka maksatlarla uygulandığı sonucuna varmıştır.

Yukarıdaki mülahazalar ışığında Mahkeme Sözleşmenin 18. Maddesinin 5 § 1. Madde ile birlikte ele alınarak ihlal edildiği sonucuna varmıştır.”

143.  Mahkemenin gerekçelendirmesinden açıkça anlaşıldığına göre,  Mahkemenin değerlendirmesinde, ulusal makamların dosyada yer alan verileri Ceza Kanunu’nun maddeleri kapsamında sınıflandırması kuşkusuz ilgili bir etmen olsa da, Mahkemenin bulgularının Sayın Kavala’ya karşı Gezi Parkı olayları ve darbe girişimine yönelik olarak isnat edilen suçların tümüne ilişkindir.  Dolayısıyla, konuyla ilgili ve yeterli öteki koşulların mevcut olmadığı göz önüne alındığında, aynı olguların sadece yeniden tasnif edilerek sunulması, prensip olarak, Mahkemece varılan sonuçların dayanağını değiştiremez; zira böyle bir yeniden tasnif ancak Mahkeme tarafından halihazırda incelenmiş olan olguların farklı bir yönden değerlendirilmesinden ibaret olacaktır. Aksi takdirde, yargı makamları aynı verilerle sadece yeni ceza soruşturmaları başlatmak suretiyle bireyleri özgürlüklerinden mahrum etmeye devam edebilirlerdi. Böyle bir durum, yasaların etrafından dolaşılarak devre dışı bırakılmasına yol açılması anlamına gelir ve Sözleşmenin gaye ve maksadıyla ters düşen sonuçlara yol açardı (bkz. diğer pek çok yargı makamının yanı sıra, 4 Temmuz 2019 tarih, 26744/16 sayılı Korban/Ukrayna Davasının § 150 Maddesi ve 19 Ocak 2021 tarih, 72/17 sayılı Atilla Taş/Türkiye Davasının , § 77 Maddesi).

144.  Daha da önemlisi, Mahkemenin değerlendirmesinden, Mahkemenin öncelikle Gezi Parkı olayları ve darbe girişimiyle ilgili soruşturma yapmak ve ikinci olarak da Sayın Kavala’nın kendisine isnat edilen suçları gerçekten işleyip işlemediğini belirlemek şeklinde ifade edilen, “başvurana uygulanan tedbirin açıklanan maksadını” kabul etmediği açıkça anlaşılmaktadır (bkz. Kavala, yukarıda anılan karar, paragraf 221). Mahkeme ayrıca söz konusu tedbirlerin, Sayın Kavala’yı bir STK aktivisti ve insan hakları savunucusu olarak susturma şeklinde bir art niyet taşıdığını da belirlemiştir (a.g.k., § 231). Bu bulgu, yetkilerin suistimalini önleme gaye ve hedefini taşıyan 18. Madde ışığında son derece önemlidir (bkz. yukarıda değinilen ve başka göndermeler de içeren, (ihlal prosedürüne ilişkin) benzer hükümler getiren Ilgar Mammadov § 189).

145. Buradan şu sonuç çıkarılmaktadır ki, Mahkemenin Kavala kararında yer alan, gerek Sözleşme’nin 18. Maddesiyle birlikte gerekse tek başına ele alındığında 5(1). Madde ile ilgili ihlal tespiti, Gezi Parkı olaylarıyla ve darbe girişimiyle ilgili olarak isnat edilen suçlardan kaynaklanan herhangi bir girişimi geçersiz kılmaktadır. Ayrıca, Sayın Kavala’nın suç işlediğini ortaya koyabilecek diğer ilgili ve yeterli koşulların mevcut olmaması nedeniyle, kendisine karşı aynı maddi olgular kapsamında özellikle de özgürlüğünü kısıtlayacak bir tedbir uygulanması, Sayın Kavala’nın hak ihlalinin uzatılmasına ve muhatap Devletin Sözleşme’nin 46(1). Maddesi uyarınca Mahkemenin kararına uyma yükümlülüğünün ihlal edilmesine yol açacaktır.

 146.  Ayrıca, bilahare ilk ihlal prosedürünün konusu olan Ilgar Mammadov/ Azerbaycan davasından farklı olarak (22 Mayıs 2014 tarih, 15172/13 sayılı) Kavala kararının gerekçesinde ve prosedürün işletilmesine yönelik maddelerinde, kararın nasıl uygulanacağı açık bir biçimde belirtilmiştir. Mahkeme şu ifadeyi kullanmıştır: “Hükümet başvuranın tutukluluk halinin sona ermesi ve derhal salıverilmesinin sağlanması için her türlü tedbiri almalıdır” (bkz. Kavala, yukarıda anılan karar, paragraf 240).

147.  Dolayısıyla, özellikle de ihlalin mahiyeti nedeniyle, tespit edilmiş olan ihlalin giderilmesine yönelik başka gerçek bir seçeneğin kalmadığı kabul edilmelidir. Bu durum özellikle de, söz konusu tutuklamanın Mahkemenin tespitine göre 5(1). Madde kapsamında açıkça haksız bir tutuklama olması nedeniyle geçerlidir zira, temel bir hak olan kişi hürriyeti ve güvenliğinin önemi göz önüne alındığında söz konusu ihlalin acilen giderilmesi gerekmektedir (bkz. yerine göre, 71503/01 sayılı Assanidze/Gürcistan davası (BD) §§ 202-203, AİHM 2004-II, ve 3394/03 sayılı Medvedyev ve diğerleri/ Fransa davası [BD], § 76, ECHR 2010)... Bu gözlem, mevcut davada olduğu üzere, söz konusu ihlalin, Sözleşme’nin 5 (1). Maddesiyle birlikte ele alınan 18. Maddesine aykırı olduğu tespit edilen bir tutuklamadan kaynaklanması nedeniyle daha da geçerlidir.

148.  Sonuç olarak mevcut davada 46. Maddenin gereklerine işaret edilmesi, Mahkemenin kararını verir vermez Sözleşmenin sağladığı korumanın etkili bir biçimde yerine getirilmesini, söz konusu hak ihlalinin devamının önlenmesini ve müteakiben de kesin kararın icrasının denetlemesinde Bakanlar Komitesine yardımcı olunmasını mümkün kılmaktadır. Bu belirlemeler aynı zamanda Mahkemenin belirlediği ihlalin ilgili Devlet tarafından en kısa zamanda sona erdirilmesini ve ilgili Devletten bu gereğin yerine getirilmesinin talep edilmesini sağlamaktadır.

(b)         Türkiye’nin Madde 46(1) uyarınca kesin karara uyma yükümlülüğünü getirip getirmediği

149.  Mahkeme, Kavala kararında tespit ettiği, 5(1). Maddenin, tek başına ve 18. Madde ile birlikte ele alınarak ihlalinin kapsamını değerlendirerek (bkz. yukarıdaki 140-148. paragraflar), Türkiye’nin Sözleşme’nin 46(1). Maddesi uyarınca, buna tekabül eden eski hale iade yükümlülüğünü (restitio in integrum), yani Türkiye’nin Sayın Kavala’nın tutukluluğuna derhal son verme ve Mahkeme tarafından haksız olduğu değerlendirilen suç isnatlarının olumsuz sonuçlarını ortadan kaldırma yükümlülüğünü belirlemiştir. Bakanlar Komitesi, diğer hususların yanı sıra, Mahkeme’nin tespitlerine atıfta bulunarak, uygun telafi tedbirinin Sayın Kavala’nın derhal salıverilmesi olduğunu değerlendirmiştir.

150.  Hükümet Sayın Kavala’nın, Türk Ceza Kanunu’nun 309. Maddesi uyarınca (darbeye teşebbüs) uygulanan tutuklama halinin 11 Ekim 2019’da sona erdiğini, sonrasında 18 Şubat 2020’de yeniden başladığını ve kesintisiz olarak 20 Mart 2020’ye kadar devam ettiğini belirtmiştir. Aynı şekilde, Gezi Parkı olayları ile ilgili suçlamalar temelinde uygulanan tutuklama (Türk Ceza Kanunu’nun 312. Maddesi) 18 Şubat 2020’de İstanbul 30. Ağır Ceza Mahkemesinin beraat ve tahliye kararı ile sona ermiştir (bkz. yukarıdaki 24. paragraf). Mahkemeye göre, Hükümetin Sayın Kavala’nın bilahare tutuklanmasıyla ilgili olarak sunduğu nedenler hangi nedenler olursa olsun, Sayın Kavala kesintisiz olarak 18 Ekim 2017’den konunun Mahkeme’ye gönderildiği – en azından – 2 Şubat 2022 tarihine kadar özgürlüğünden mahrum edilmiştir.

151.  Mahkeme Kavala ile ilgili kararındaki, 5 (1). Maddenin, tek başına ve 18. Maddeyle birlikte ele alındığında ihlal edildiği tespitinin, Gezi Parkı olaylarıyla ve darbe girişimiyle ilgili olarak isnat edilen suçlardan kaynaklanan tedbirleri geçersiz kılmış olduğunu tekrarlamak istemektedir. Buna ilaveten, Mahkeme’nin açık ifadesi Sayın Kavala’nın kararın verilmesini müteakiben derhal tahliyesini gerektirmektedir. Ayrıca, Sayın Kavala’nın suç içeren faaliyetlerde yer aldığını gösteren, konuyla ilgili ve yeterli öteki koşulların mevcut olmaması nedeniyle, tamamen aynı deliller bağlamında alınan, özellikle de kendisinin özgürlüğünü kısıtlayıcı herhangi bir tedbir, Sayın Kavala’nın hak ihlalinin devam ettirilmesinin yanı sıra, muhatap Devletin Sözleşmenin Madde 46 § 1’i uyarınca Mahkeme’nin kararına uyma yükümlülüğünü ihlal etmesi sonucunu da doğuracaktır (bkz. yukarıdaki 143-145. paragraflar). Buna uygun olarak Mahkeme’nin, Hükümetin iddia ettiği üzere, Sayın Kavala’ya isnat edilen suçlarda esasen bir değişiklik olup olmadığını değerlendirmesi gerekmektedir.

(i) Sayın Kavala’ya isnat edilen suçlarda esasen bir değişiklik olup olmadığı hususu

152.  Bakanlar Komitesi Sayın Kavala’nın askeri veya siyasi casuslukla ilgili olarak 9 Mart 2020’de tutuklandığını (Türk Ceza Kanunu’nun 328. Maddesi) ancak kendisine isnat edilen suçların esas itibariyle değişmediğini not eder. Hükümet ise kendi adına, Sayın Kavala’nın tutukluluk halinin yeni bir suçlamaya dayalı olarak devamının, yeni kanıtlar anlamına geldiğini ileri sürmüş, bu da henüz Mahkeme tarafından incelenmemiş olan yeni bir sorunu ortaya çıkarmıştır. Hükümete göre Sayın Kavala’nın Anayasa Mahkemesinin kararını müteakiben Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine yeni bir başvuruda bulunması gerekmekteydi. Hükümet, Sayın Kavala’nın bu yeni suçlama nedeniyle tutuklanmasının, Sözleşme’nin 46(1). Maddesi uyarınca Mahkeme’nin kararlarını uygulama yükümlülüğünün ihlalini oluşturmayacağı sonucuna varmıştır.

Mahkeme önce, Hükümetin, Sayın Kavala’nın tutukluluk halinin devamına ilişkin Mahkeme’ye yeni bir başvuruda bulunması gerektiği savını inceleyecek; daha sonra da Türkiye’nin Kavala kararını müteakiben uyguladığı tedbirleri ele alacaktır.

          (α) Sayın Kavala’nın yeni bir başvuruda bulunup bulunmamasının gerekliliği

153.  Mahkeme Sayın Kavala’nın Mahkeme’nin kararını müteakiben tutukluluğunun devamından şikayetçi olduğunu bildiren ikinci bir başvuruyu Anayasa Mahkemesine yapmış olduğunu not eder (bkz. yukarıdaki 59. paragraf). Mahkeme aynı zamanda Hükümetin Sayın Kavala’nın Anayasa Mahkemesinin kararını müteakiben Mahkeme’ye yargı öncesi tutukluluk halinden şikayetini içeren, ikinci bir başvuruda bulunmasının – ki ikinci başvuruda bulunulmamıştır –  önünde teorik olarak hiçbir engelin olmadığı savını not eder. Ancak Mahkeme aşağıda belirtilen nedenlerle, Sayın Kavala’nın tutukluluğunun devamıyla ilgili olarak Anayasa Mahkemesine yaptığı başvurunun aynısını Mahkeme’ye yapmamış olmasının, Mahkemenin Türkiye’nin 46(1). Maddesinin amir yükümlülüğünü yerine getirip getirmediğini değerlendirmesiyle temel bir ilgisi olmadığı görüşündedir.

154.  Mahkeme önce, Mahkemenin görevini ve Bakanlar Komitesinin,  kararın uygulanma safhasındaki yetkinliklerini tanımlayan ve Bakanlar Komitesinin muhatap Devletin sağladığı bilgiler temelinde ve başvuranın gelişen durumunu gerektiği gibi göz önüne alarak, Mahkeme’nin tespit ettiği ihlalin mümkün olan azami ölçüde telafisini temin edecek uygulanabilir, zamanında, yeterli ve tatminkar tedbirlerin alınmasını denetlemekten sorumlu olduğunu belirten  yukarıdaki ilkelere atıfta bulunur (bkz. yukarıdaki 131-135. paragraflar). Yüksek Sözleşmeci Tarafların Mahkeme’nin kararına uyma yükümlülüklerini yerine getirmeleri hususu, Sözleşme’nin 46(4). ve 46(5).  Maddelerinde yer alan “ihlal prosedürü” bağlamı dışında dile getirilmedikçe, Mahkeme’nin yargı yetkisinin dışında kalır.

155.  Şu hususa da dikkat edilmelidir ki, Sözleşme’nin 46. Maddesinde Mahkeme’nin böyle bir değerlendirme yapması men edilmedikçe, Mahkeme, örneğin iç hukuk makamlarınca Mahkeme’nin kararları uygulanırken, gerek soruşturmayı yeniden açmak suretiyle (bkz.11 Ekim 2011 tarih, 5056/10 sayılı  Emre/İsviçre davası (no. 2), ve 53440/99 sayılı, ECHR 2002-I  Hertel/İsviçre davası (dec.)) gerekse tamamen yeni bir dava süreci başlatmak suretiyle (bkz.18 Ekim 2011 tarih, 41561/07 ve 20972/08 sayılı,  Birleşik Makedonya Kuruluşu Ilinden – PIRIN ve Diğerleri/Bulgaristan (no. 2), ve 26 Temmuz 2011 tarih, 29157/09 sayılı,  Liu/Rusya davası (no. 2)) davanın yeniden ele alınması durumunda müteakip davalarla ilgili şikayetleri ele alma yetkisine sahip olabilir. Aynı durum Mahkeme’nin ilk kararında tespit edilen ihlalin devamından kaynaklanan ‘yeni bir sorun” durumunda da geçerlidir (örneğin bkz.15 Kasım 2011 tarih, 23687/05 sayılı, Ivanţoc ve Diğerleri/Moldova ve Rusya davası, Madde § 95). Bunun sonucunda da, Mahkeme’nin ve Bakanlar Komitesinin, birbirlerinden farklı görevleri bağlamında, aynı iç hukuk sürecini, aralarındaki temel kurumsal dengeyi bozmadan, hatta eş zamanlı olarak incelemeleri gerekebilir.

156. Mevcut davada, Bakanlar Komitesinin Kavala kararının uygulanmasını denetleme görevini sona erdirmemiş olması (bkz. bundan farklı olarak, ECHR 2009 tarih, 32772/02 sayılı Verein gegen Tierfabriken Schweiz (VgT)/İsviçre davası (no. 2) [BD]) ve “başvuranın Mahkemenin eleştirdiği yargı sürecine veya başvuranın tutuklanmasını haklı gerekçelere dayandırmada yetersiz kaldığını tespit ettiği kanıtlara istinaden tutukluluğunun, Mahkeme’nin kararının kesinleştiği 11 Mayıs 2020 tarihinden beri devam etmesi” temelinde, ihlal prosedürünü Mahkeme’nin dikkatine getirmeye karar vermiş olması önemli bir husustur (bkz. yukarıdaki 94. paragraf). Bu talebi alan Mahkemenin, söz konusu karara uyum sorununa dair nihai bir hukuki değerlendirme yapması gerekmektedir.

          (β) Kavala kararının ardından Türkiye tarafından alınan tedbirler

157.  Mahkeme, Sayın Kavala’yı ilgilendiren kararın ardından ulusal mahkemelerin 18 Şubat 2020 tarihinde Sayın Kavala’nın adli kontrol şartıyla tahliyesine karar verdiğini, ancak kendisinin aynı gün savcılık kararıyla bu kez darbe girişimi ile bağlantılı olarak (Ceza Kanunu’nun 309. maddesi) gözaltına alındığını ve ertesi gün de tutuklandığını kaydetmektedir. Bundan başka, Sayın Kavala’nın 9 Mart 2020 tarihinde de casusluk suçuyla (Ceza Kanunu’nun 328. maddesi) bağlantılı olarak tutuklandığını kaydetmektedir.

158.  Mahkeme öncelikle, Sayın Kavala hakkında 18 Şubat 2020 tarihinde – Gezi Parkı ile ilgili suçlamalara ilişkin olarak kendisinin adli kontrol şartıyla tahliyesine karar verilmiş olan günde – verilen gözaltı kararının darbe girişimiyle ilgili suçlamalara dayandığına işaret etmektedir (bkz. yukarıdaki paragraf 25 ve 27). Mahkeme verdiği kararda, bu suçlamaların temelini oluşturan olayları ayrıntılı bir şekilde incelemiş ve atılı suçların “ağırlıklı olarak başvuran ile – Hükümete göre, [15 Temmuz 2016 tarihli] darbe teşebbüsünün organize edilmesinde yer aldığı suçlaması kapsamında ceza soruşturmasına konu olan – H.J.B. arasındaki ‘yoğun temasların’ varlığına dayandırıldığını” kaydetmiştir (bkz. Kavala, yukarıda anılan karar, paragraf 154)

159.  Ancak, yine Kavala kararında, Mahkeme bu suçlamalara ilişkin olarak “dava dosyasındaki deliller[in] bu şüpheyi haklı kılmak açısından yetersiz” olduğunu tespit etmiştir (a.g.k., paragraf 154). Sayın Kavala’nın ilk tutuklandığı tarih olan 18 Ekim 2017’den bu yana dava dosyasında bulunan bu delillere savcılık tarafından 18 Şubat 2020 tarihli taleple beraber ekler yapılmış olduğu kabul edilmekle birlikte (bkz. yukarıdaki 25. paragraf), daha sonrasında elde edilmiş olan bilgilerin (bir otel çalışanının ifadesi, H.J.B.’nin Amerika Birleşik Devletleri menşeli bir vakıftaki faaliyetleri veya telefon sinyallerine ilişkin ek veriler, özel olarak bkz. yukarıdaki paragraf 25; ayrıca bkz. yukarıdaki paragraf 31 ve 36) atılı suçun kurucu unsurlarıyla bağlantılı olarak, örneğin farz olunan ilişkinin niteliğinin aydınlatılmasını veya Sayın Kavala’nın fiillerinin bir suç işleme saikiyle bağlantılandırılmasını sağlayabilecek türden bir delil gibi yeni bir olgu içermediği açıktır. Elde edilen yeni bilgiler esasen, Sayın Kavala’nın değil, soruşturmanın başından beri darbe girişiminin azmettiricilerinden biri olduğundan şüphelenilen H.J.B.’nin faaliyetleriyle ilgili daha önce toplanmış olan delillere eklemeler yapıyor olup, Sayın Kavala ile H.J.B. arasında var olduğu farz edilen temasların sıklığını göstermekteydi.

160.  Hükümetin de dile getirmiş olduğu üzere, Sayın Kavala hakkında bu suç isnadından ötürü alınan tutuklama tedbirinin 20 Mart 2020 tarihinde kaldırıldığı doğrudur (bkz. yukarıdaki paragraf 34). Ancak sulh ceza hakimliğinin kararında, Sayın Kavala’nın yasal tutukluluk süresinin aşılmış olması sebebiyle adli kontrol şartıyla tahliyesine karar verildiği dile getirilmiş olup, atılı suçla ilgili olarak Kavala hakkında sağlam şüphelerin varlığının devam ettiği belirtilmiştir. Bu bağlamda, sulh ceza hakimliğinin Sayın Kavala aleyhinde makul şüphelerin varlığını teyit ederken, münhasıran kendisinin H.J.B. ile kurduğu varsayılan temaslarına dayanmış olduğu, “başkaca önemli ve yeterli koşulların” var olup olmadığını tespit etmeye çalışmadığı vurgulanmalıdır. Üstelik bu husus Mahkemenin Kavala kararında da vurgulanmıştır (paragraf 154). Ancak Mahkeme, her halükârda 11 Mayıs 2020 tarihinde kesinlik kazanmış olan Kavala kararından önce sona ermiş bulunan bu tutukluluk hakkında daha fazla değerlendirmede bulunmayı gereksiz görmektedir.

161.  Sayın Kavala’ya isnat edilen suçlarda esasen bir değişiklik olup olmadığı meselesine dönülecek olursa, Mahkeme, Hükümetin de dile getirdiği üzere, Sayın Kavala hakkında 9 Mart 2020 tarihinde başlayıp dosyanın Mahkeme’ye sevk edildiği tarihe dek süren tutuklama kararına dayanak oluşturan askeri veya siyasi casusluk suçlamasının, teknik olarak, Mahkeme tarafından ilk kararda incelenmiş olmayan yeni bir suçlama niteliği taşıdığını gözlemlemektedir. Ancak Mahkemenin, bu suçlamanın Mahkeme tarafından bahsi geçen kararda daha önce incelenmiş olan olgulara dayanılarak gerekçelendirilmiş olmadığı konusunda ikna edilmesi gerektiğini de dile getirmektedir.

162.  Bu açıdan Mahkeme, tek başına ve Sözleşme’nin 18. maddesiyle birlikte okunduğunda 5(1). Maddeye yönelik bir ihlal tespitinin ardından başlatılan ihlal prosedürü bağlamında, kendisi tarafından ilk başta verilen kararda muhatap Devlete yöneltilmiş olan sonuç ve bulguların, sırf ulusal hukuk kapsamında Sayın Kavala aleyhinde yeni bir suçlamada bulunulmuş olması gerekçesiyle göz ardı edilemeyeceğini vurgulamaktadır. Aynı olguların yeniden tasnif edilerek sunulması, prensip olarak, ilk baştaki kararda varılan sonuçların temelini değiştiremez, zira böyle bir yeniden tasnif ancak Mahkeme tarafından halihazırda incelenmiş olan olguların farklı bir yönden değerlendirilmesinden ibaret olacaktır (bkz. yukarıdaki paragraf 143). Mahkeme yaptığı analizde, emarelerin ardına geçerek, şikâyet konusu edilen olaydaki gerçekleri incelemek durumundadır. Bu yapılmadığı takdirde, Mahkeme tarafından verilmiş olan bir karara uyulması yönündeki yükümlülük pratikte özünden mahrum kalacaktır. Somut olayda olduğu gibi, tek başına ve Sözleşme’nin 18. maddesiyle birlikte okunduğunda 5(1). Maddeye yönelik bir ihlalin ardından Mahkeme tarafından tutuklu bir kişinin derhal salıverilmesine hükmedilen durumlarda, Mahkemenin yaptığı inceleme olağanüstü önem taşımaktadır.

163.  Yeni ortaya atılan bu askeri veya siyasi casusluk suçlamasına gelince, bu suç isnadının Sayın Kavala’yı yeniden tutuklu hale getiren 9 Mart 2020 tarihli karardan ve 28 Eylül 2020 tarihli iddianameden kaynaklandığı anlaşılmakta olup, Sayın Kavala hakkındaki casusluk şüphelerinin şu iki olguya dayandığı görülmektedir: birincisi, Sayın Kavala ile H.J.B. arasında var olduğu öne sürülen ilişkiler ve ikincisi, Sayın Kavala tarafından kurduğu STK çerçevesinde yürütülen faaliyetler (bkz. yukarıdaki paragraf 31, 33 ve 36). Mahkeme, bu olaylar ile Kavala kararında halihazırda incelenmiş olan olaylar arasında çarpıcı benzerlikler ve hatta birebir örtüşmeler bulunduğuna işaret etmektedir.

164.  Bu unsurlardan ilki, yani Sayın Kavala ile H.J.B. arasında var olduğu öne sürülen ilişkiler bakımından öncelikle, darbe girişimi ile ilgili suç isnadı bağlamında Sayın Kavala aleyhinde öne sürülen tek olgunun bundan ibaret olduğu (bkz. yukarıdaki paragraf 158) ve ikinci olarak da, yukarıda dile getirilen tespitin (bkz. paragraf 159) askeri ve siyasi casusluk suçlaması bakımından da geçerli olduğu hatırlanmalıdır. Dolayısıyla bu olgu her ne kadar Sayın Kavala’nın soruşturma makamlarınca ortaya atılan casusluk suçlamasıyla bağlantılı olarak ayırt edici herhangi bir olguya işaret edilmeksizin ceza hukuku bakımından yeni bir sınıflandırma yapılarak yeniden tutuklanması bağlamında tekrar öne sürülmüş olsa da, Mahkeme tarafından ilk karar bağlamında daha önce incelenmiş olduğu açık bir olgudur.

165.  Mahkeme ayrıca, 28 Eylül 2020 tarihli iddianamede casusluk şüphesinin Sayın Kavala tarafından kendi kurduğu STK bağlamında yürütülen faaliyetlere dayandığının da dile getirilmiş olduğuna işaret etmektedir. Oysa ki, Mahkeme’nin bir kez daha yinelemek istediği üzere, bu faaliyetler Kavala kararında tek başına ve 18. maddeyle birlikte okunduğunda 5(1). Maddeye yönelik bir ihlal tespitinde bulunulmadan evvel ayrıntılı bir şekilde incelenmiştir (a.g.k., paragraf 147, 150, 222, 223, 224, 227, 230, 231). Başka bir deyişle, her ne kadar Sayın Kavala hakkında resmî olarak, daha önceki tutukluluk kararını gerekçelendirmek amacıyla kullanılmış olandan farklı, yeni bir suç isnadında bulunulsa da, iddianamede sıralanan olgular Mahkeme tarafından yukarıda atıfta bulunulan kararda halihazırda incelenmiş olan olgular ile esasen aynıdır. Hal böyleyken, Mahkemenin bahsi geçen karardaki değerlendirmeleri tekrar ederek, “bir insan hakları savunucusunun ve bir STK liderinin […] olağan ve meşru faaliyetlerine” atıfta bulunulmuş olmasının bu suçlamanın inandırıcılığını zedelediğini (a.g.k., paragraf 223-224) ve tutuklu bir kişi aleyhinde öne sürülen fiil veya olguların meydana geldikleri tarihte bir suç oluşturuyor olmaması halinde “makul şüphe”nin varlığından söz edilemeyeceğini (a.g.k., paragraf 128) dile getirmek dışında bir seçeneği bulunmamaktadır.

166.  Dolayısıyla Mahkeme, ne Sayın Kavala hakkındaki tutuklama kararlarının, ne de iddianamenin Ceza Kanunu’nun 328. maddesinde tanımlanan suçun kurucu unsurlarıyla (Devlete ait olan ve “Devlet sırrı” olarak sınıflandırılmış olan bilgi ve belgeler ve bu türden bilgi ve belgelerin temin edilmesi veya ifşa edilmesi) ilgili olarak bu yeni şüpheyi haklı kılabilecek nitelikte esaslı bir yeni olgu içerdiği sonucuna varmaktadır. Tıpkı Sayın Kavala’nın kendisi hakkında verilen Mahkeme hükmünde incelenmiş olan ilk baştaki tutukluğu sırasında olduğu gibi, soruşturma makamları yine, Sayın Kavala’nın tutukluluğunun sürdürülmesini haklı kılmak amacıyla, keyfi tutukluluğa karşı getirilmiş olan anayasal güvenceleri hiçe sayarak, tamamen yasal bir şekilde gerçekleştirilmiş olan birçok fiile atıfta bulunmuştur (bkz. Kavala, yukarıda anılan karar, paragraf 145-146 ve 223). Anayasa Mahkemesi’nde karşıt oy kullanmış olan yargıçların vardığı sonuç da bu yöndedir (bkz. yukarıdaki paragraf 61-65).

(ii)      Önem arz eden diğer faktörler

167.  Bakanlar Komitesi Sekretaryası, önem arz eden diğer faktörler arasında, Hükümetin itiraz etmemiş olduğu birtakım olgulara değinmiştir. İlk olarak, Sayın Kavala hakkında yeni bir suç isnadında bulunulduğu tarih olan 9 Mart 2020’de, tamamı Temmuz 2016’dan öncesine ait olan ve bu yeni suç isnadına sebep oluşturan olguların üzerinden hatırı sayılır bir süre geçmiş olduğuna karşı çıkılmamaktadır. Bakanlar Komitesi, Mahkemenin, Sözleşme’nin 18. maddesi kapsamındaki değerlendirmesinde, Sayın Kavala’nın tutukluluğuna dayanak oluşturan olay ile kendisinin tutuklanmasını emreden mahkeme kararları arasında yıllar geçmiş olmasını son derece önemli bir faktör olarak değerlendirmiş olduğuna işaret etmiştir (bkz. Kavala, yukarıda anılan karar, paragraf 228). Dahası, Sayın Kavala tarafından sunulan bilgilere bakılırsa, ülkenin en yetkili isimlerinin kendisi hakkında yürütülen ceza yargılamasına dair birçok beyanatta bulunduğu anlaşılmaktadır (bkz. yukarıdaki paragraf 56).

168.  Yukarıda değinilen unsurlar, Hakimler ve Savcılar Kurulunun beraat kararı vermiş olan üç hâkim hakkında disiplin soruşturması açılmasına gerek olup olmadığı konusunda bir inceleme başlatmış olması ışığında değerlendirildiğinde, ulusal makamların bilhassa 5(1). Madde ile birlikte ele alındığında 18. maddeye yönelik bir ihlal tespitinde bulunulmuş olmasının sonuçları ışığında, kesin ve bağlayıcı bir Mahkeme kararının yerine getirilmesi konusunda iyi niyetle hareket etme yükümlülüğüne uyup uymadıklarına ilişkin değerlendirme açısından açıkça önem arz eden hususlardır.

(c) Nihai sonuç

169.  Sözleşme’nin tüm yapısı, üye Devletlerdeki kamu makamlarının iyi niyetle hareket ettiği varsayımına dayanmaktadır. Bu yapı, denetim usulünün ve kararların icrasının da iyi niyetle ve kararın “sonuçları ve ruhuna” uygun bir şekilde yürütülmesi gereğini içermektedir. Dahası, iyi niyet yükümlülüğünün önemi, Mahkeme’nin somut davada olduğu gibi, amaç ve hedefi yetkinin kötüye kullanılmasını yasaklamak olan 18. maddeye yönelik bir ihlal tespit etmiş olduğu hallerde daha da üstün niteliktedir.

170.  Mahkeme kesinlik kazanmış, bağlayıcı bir yargı kararını uygulamamanın, Sözleşmeci Devletlerin Sözleşmeyi onaylarken uymayı taahhüt ettikleri hukukun üstünlüğü prensibiyle bağdaşmayacak durumlara yol açma ihtimali taşıyacağı yönündeki yerleşik içtihadını tekrarlamaktadır.

171.  Yukarıdaki 131-135. paragraflarda ortaya konulan yaklaşım ışığında Mahkeme, Kavala kararının metni ile buna muhatap Devletin sorumluluğu dahilindeki yükümlülükleri incelemiş bulunmaktadır (bkz. yukarıdaki paragraf 140-148). Ardından, Türkiye tarafından alınan tedbirleri ve icra sürecinde Bakanlar Komitesi tarafından bu tedbirlere ilişkin yapılan değerlendirmeyi ve ayrıca davalı Devletin görüşünü ve Sayın Kavala’nın dilekçelerini değerlendirmiş bulunmaktadır. Türkiye’nin yukarıda anılan kararın icrasına yönelik birtakım adımlar atmış olduğunu ve ayrıca çeşitli Eylem Planları sunmuş olduğunu kaydetmektedir (bkz. yukarıdaki paragraf 85-87). Ancak, Bakanlar Komitesinin bu meseleyi Mahkeme’ye sevk ettiği tarihte ve Sayın Kavala’nın adli kontrol şartıyla tahliyesini emreden üç karar ve bir beraat hükmü alınmış olmasına rağmen, Sayın Kavala’nın dört yıl, üç ay ve on dört günü aşkın zamandır, Mahkeme’nin verdiği ilk kararda Sayın Kavala’nın “herhangi bir suç” işlemiş olduğu şüphesini haklı kılmaya yetmediğine ve “çoğunlukla Sözleşme kapsamındaki hakların kullanımıyla ilişkili” olduğuna hükmetmiş olduğu (a.g.k., paragraf 157) olgulara dayanarak halen tutuklu halde bulundurulduğunu kaydetmektedir.

172.  Bu değerlendirmeler somut dava bakımından son derece önem arz etmektedir; zira, öncelikle, Sayın Kavala 25 Nisan 2022 tarihinde Ceza Kanunu’nun 328. maddesi kapsamındaki askeri veya siyasi casusluk suçundan beraat etmiş, ancak Ceza Kanunu’nun 312. maddesi kapsamındaki suçtan ötürü hüküm giymiştir. Sayın Kavala ayrıca Türk ceza hukuku kapsamındaki en ağır cezaya, yani ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasına çarptırılmıştır. 25 Nisan 2022 tarihinde verilen hükme bakıldığında, bu mahkûmiyet kararının esasen, Mahkeme’nin ilk kararında makul şüpheden açıkça yoksun olması dolayısıyla titizlikle incelemiş olduğu Gezi Parkı olaylarıyla ilişkili olgulara dayandığı açıkça görülmektedir. Ağır Ceza Mahkemesi’nin işbu dosyanın Mahkeme’ye sevkinden sonra verilmiş olan ve henüz kesinlik kazanmamış bulunan hükmünün Mahkemenin yukarıda dile getirilen tespitlerini etkilemediği doğrudur (bkz. gerekli değişikliklerle, Ilgar Mammadov (ihlal prosedürü), yukarıda anılan karar, paragraf 212). Ancak Mahkeme, Kavala kararında 5. maddeyle birlikte değerlendirildiğinde 18. maddeye yönelik olarak varmış olduğu ihlal tespitinin, Gezi Parkı olaylarıyla ve darbe girişimiyle ilgili olarak isnat edilen suçlardan kaynaklanan her türlü hukuki işlemi geçersiz kılmış olduğunu tekrarlamak istemektedir (bkz. yukarıdaki paragraf 145). Ne var ki, yukarıdaki karardan sonra yürütülen ve ilk başta beraat ve ardından mahkûmiyet kararıyla sonuçlanan ulusal yargılamaların Kavala kararında tespit edilen sorunların giderilmesini mümkün kılmadığı açıktır.

173.  Yukarıda dile getirilen sonuçlar ışığında Mahkeme, Türkiye tarafından ortaya konulan tedbirlerin Taraf Devletin “iyi niyetle”, Kavala kararının “sonuçlarına ve ruhuna” uygun bir şekilde veya Mahkemenin bahsi geçen kararda ihlal edilmiş olduğu sonucuna vardığı Sözleşme haklarının fiilen ve etkili bir şekilde korunmasını sağlayacak biçimde hareket etmesine imkân sağlamadığı kanaatindedir.

174.  Mahkeme, Bakanlar Komitesi tarafından kendisine sevk edilmiş olan meseleye cevaben, Türkiye’nin 10 Aralık 2019 tarihli Kavala/Türkiye kararına uygun hareket etme yönünde 46(1). Madde kapsamındaki yükümlülüğünü yerine getirmemiş olduğu sonucuna varmaktadır.

4.               Diğer meseleler

175.  Mahkeme ayrıca, Sayın Kavala’nın Sözleşme’nin 46. maddesine yönelik bir tespitte bulunulması talebinin yanı sıra başka birtakım taleplerde bulunmuş olduğunu kaydetmektedir (bkz. yukarıdaki paragraf 124). Ancak, 14 No’lu Protokol’e ilişkin Açıklayıcı Raporda belirtildiği üzere (bkz. yukarıdaki paragraf 104), ihlal prosedürü halihazırda ilk kararda hükme bağlanmış bir ihlal meselesini Mahkeme huzurunda yeniden değerlendirmeye açmayı amaçlamamaktadır. 46(1). Maddeyi ihlal ettiği tespit edilen bir Yüksek Sözleşmeci Tarafça bir para cezası ödenmesini de öngörmemektedir. Dolayısıyla Mahkeme Sözleşme’nin 5. ve 18. maddelerine yönelik başka bir ihlal tespitinde bulunma yetkisine sahip değildir. Nitekim 46(1). Maddeye yönelik bir ihlal tespiti, Mahkemenin ilk kararından doğan başlıca yükümlülüğün, yani eski hale iade (restitutio in integrum) yükümlülüğünün, tüm sonuçlarıyla birlikte, var olmayı sürdürdüğü ve Mahkemenin ilk kararının icrasını denetlemeyi sürdürme görevinin Bakanlar Komitesinde olduğu anlamına gelmektedir.

176.  Sayın Kavala’nın Sözleşme’nin 41. maddesi kapsamındaki iddialarına ilişkin olarak ise (bkz. yukarıdaki paragraf 124), Mahkeme ihlal prosedürünün yukarıda izah edilen niteliği dolayısıyla (bkz. paragraf 175), kendisinin ilgili şahıs tarafından uğranılan herhangi (maddi veya manevi) bir zarara ilişkin olarak bir hüküm vermeye yetkili olmadığı kanaatindedir. Ancak Mahkeme, mevcut ihlal prosedürünün sonucu ışığında, adaletin gereğince işletilmesi bakımından, işbu prosedürle ilgili olarak Sayın Kavala tarafından yapılan masraf ve harcamaların, Mahkemenin yerleşik içtihadı uyarınca, bunların fiilen ve ihtiyaç doğrultusunda yapılmış olduğu ve miktar olarak makul bir nitelik taşıdığı kanıtlandığı müddetçe, Hükümet tarafından tazmin edilmesi gerekeceği sonucuna varmaktadır. Mahkeme bu bağlamda Sayın Kavala’nın – somut prosedür kapsamında ilgili şahıs olarak – Mahkemeye yazılı görüş sunmaya davet edilmiş olduğunu kaydetmektedir. Bu görüşlerin kendisinin temsilcilerince hazırlanması muhakkak ki birtakım masraflar doğurmuştur; ki Sayın Kavala da bu masrafların kendisine geri ödenmesini talep etmektedir. Yukarıdaki değerlendirmeler, dava dosyasındaki materyaller ve Hükümet ve Sayın Kavala tarafından sunulan görüşlerin yanı sıra yukarıda bahsi geçen kriterler ışığında Mahkeme, huzurunda yürütülen prosedürle ilişkili masraf ve harcamalar karşılığında Sayın Kavala’ya 7500 Euro ödenmesinin makul olduğu kanaatindedir. Bu bağlamda, Sözleşme’nin 46(5). Maddesi uyarınca Bakanlar Komitesi’nin, Mahkemenin 46(1). Maddeye yönelik bir ihlal tespitinden doğan yükümlülüklere uyulmasını sağlamak için gerekli gördüğü tedbirleri almaya yetkili olduğunu hatırlatmaktadır. Mahkeme ayrıca, gecikme faizi oranının, Avrupa Merkez Bankası’nın marjinal kredi faizi oranının üç puan üstünde olacak şekilde belirlenmesinin uygun olduğu kanaatindedir.

BU GEREKÇELERLE, MAHKEME

1.     Bire karşı on altı oyla, Sözleşme’nin 46(1). Maddesinin ihlal edildiğine hükmetmektedir;

2.     Bire karşı on altı oyla, Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti’nin Sayın Kavala’ya üç ay içerisinde, masraf ve giderler bağlamında 7500 EUR (yedi bin beş yüz avro) tutarında bir meblağ ile birlikte Kavala tarafından ödenmesi gerekebilecek her türlü vergi tutarını ödemesine ve söz konusu sürenin bittiği tarihten itibaren ödeme tarihine kadar, bu meblağa, Avrupa Merkez Bankası’nın o dönem için geçerli olan marjinal kredi faiz oranının üç puan fazlasına eşit oranda basit faiz uygulanmasına hükmetmektedir; 

3.     Oybirliğiyle, Sayın Kavala’nın geri kalan taleplerinin reddine karar vermektedir.

İşbu karar İngilizce ve Fransızca dilinde tanzim edilmiş olup, Mahkeme İçtüzüğü’nün 77. maddesinin 2. ve 3. fıkraları ile 104. maddesi uyarınca, 11 Temmuz 2022 tarihinde Strazburg’taki İnsan Hakları Binasında aleni duruşma esnasında açıklanmıştır.

             Abel Campos                                                      Robert Spano
Yazı İşleri Müdür Yardımcısı                                              Başkan

Sözleşme’nin 45(2). Maddesi ve Mahkeme İçtüzüğü’nün 74(2). Maddesi uyarınca bu karara aşağıda yer alan ayrık görüşler eklenmiştir:

(a)  Yargıç Bošnjak ve Yargıç Derenčinović’in ortak mutabık görüşü;

(b)  Yargıç Yüksel’in kısmi muhalefet şerhi.

R.S.
A.C.